Manevi Türk
ZaMaN
Hac ve Umrenin Hikmetleri
Dr. M. Selim Arık
Hac, kelime olarak “Allah’a yönelme, günahlardan arınma, Hak yolunda feragat gösterme ve meşakkatleri göğüsleme”1 mânâlarına gelmektedir. Dinî kavram olarak da “Kâbe ve civarındaki kutsal olan özel yerleri, belirli vakit içinde, usûlüne uygun olarak ziyaret etme” anlamını taşımaktadır. Umre ise hac günleri dışında Kâbe’ye yapılan ziyareti ifade etmektedir. Umre, senenin her zamanında yapılabilen ve Hanefî âlimlerine göre, ömürde bir defa yapılması sünnet-i müekkede olan bir ibadettir.2 Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de وَلِلَّهِ عَلىَ النَّاسِ حِجُّ البَيْتِ مَنِ اسْتطاَعَ إلَيْهِ سَبِيلاً “Gitmeye gücü yetenlerin Kâbe’yi ziyaret etmeleri, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır”3 buyurmaktadır. Dolayısıyla sağlık ve servet yönünden haccetme imkânına sahip Müslümanların ömürlerinde bir defa haccetmeleri farzdır. Hac, sahih rivayete göre hicretin 9. yılında farz kılınmış Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de h. 10. yılda hac farizasını eda etmiştir. Yine râcih görüşe göre Umre’ye “Hacc-ı Asgar” (küçük hac); hac mevsimindeki hacca veya Hz. Peygamber’in haccına “Hacc-ı Ekber” (büyük hac) denilmektedir. Halk arasında söylenilen Arefe günü Cuma’ya rastlayan hac mevsimine, “Hacc-ı Ekber” denilmesi ise sahîh bir kaynağa dayanmamaktadır. Enes b. Mâlik (r.a) Peygamberimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) dört umre yaptığını haber vermiştir. Bu umreler şöyledir: 1) Hicrî 6. yıldaki Hudeybiye umresi ki müşrikler Müslümanları Mekke’ye katmamışlardı. Buna aynı zamanda engelleme mânâsına gelen “ihsar” da denir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Naciye b. Cündüb ile hedy kurbanlarını Harem bölgesine (Mekke’ye) göndermiş, kurbanlar kesildikten sonra (veya bir rivayette kurbanlar Hudeybiye’de kesildikten sonra) ashab traş olup ihramdan çıkmış ve böylece umre sevabını almışlardır. 2) Hudeybiye kaza umresi ki, anlaşma gereği bir yıl önce yapılamayan umre ertesi yıl yapılmıştır. 3) Hicrî 8. yıl Huneyn ganimetlerinin taksimi senesi Ci’rane’den ihrama giyilerek yapılan umredir. 4) Hz. Peygamber’in Veda haccı ile yaptığı umredir ki, bu aynı zamanda hacc-ı kırandır.4 Ayrıca İmam Malik, umrenin bir yıl içinde birden fazla yapılmasını mekruh saymıştır. Çünkü ona göre umre bütün insanlara her sene için bir kere olmak üzere sünnet-i kifayedir.5
Hz. Âdem ve Hz. İbrahim Hatıraları
Hac, öncelikle o şerefli yerlerde büyük peygamberleri hatırlama ve hatıralarını yâd etme yönüyle özel bir davettir. Çünkü insanlığın atası olan Hz. Âdem ve eşi Hz. Havvâ Validemiz Cennet’ten çıkarıldıktan sonra o mukaddes yerlerde Allah’ın kapısına sığınarak uzun müddet ağlamışlar, dua ve tövbede bulunmuşlardır. Bunun neticesi olarak tövbeleri Arafat’da kabul olmuştur. Yine Hz. İbrahim (a.s) ve oğlu Hz. İsmail (a.s) ile eşi Hz. Hâcer’le beraber Allah’ın emrine uyarak ve O’ndan gelen meşakkatli imtihana sabrederek orada en büyük şerefi kazanıp Allah’ın rızasına ulaşmışlardır. Nitekim bugün onların hatırasına hac ve umre menasiki olarak Safa ile Merve arasındaki sa’y bunu hatırlatmaktadır. Çölün ortasındaki zemzem suyu Cenâb-ı Hakk’ın kullarına karşı merhametini ve lütfunu göstermektedir. Yine Hz. İbrahim’e en sevgili oğlu Hz. İsmail’in kurban edilmesi Allah tarafından burada emredilmiş, hattâ Hz. İsmail babası ile birlikte düğüne gider gibi kurban olmaya gitmesiyle Allah’a karşı olan teslimiyetini göstermiştir. Bu sırada Mina vadisinde, İsmail’i kandırmaya çalışan lânetli şeytan, Hz. İbrahim tarafından taşlanmış ve kovulmuştur. Bugünkü Mina’da kesilen kurbanlar ve cemarâttaki taşlamalar şeytanı ve bir anlamda kişiye musallat olacak şeytanî duyguların bertaraf edilmelerini hatırlatmaktadır.
Sultan’a Sığınma
Hacca gidenler sanki Kâbe’ye iltica etmişlerdir. Nasıl ki insanlar, felâket veya düşman saldırısı gibi bir şeye karşı direnemedikleri vakit, Sultan’ın himayesine sığınırlar. O felâketin tesirine göre her biri yalın ayak ve sırtı çıplak toz toprak içinde dua edip yardım isterler. Bu esnada yollarda rastladıkları hizmetçi ve saray adamları gibi kimselere hatta hayvan ve bitkilerin bulunduğu Sultan’ın çiftliğine son derece dikkatle saygı gösterip hiç kimseyi incitmemeye çalışırlar. Sultan’ın sarayına varınca da derin bir sessizlik ve sükûnet içinde beklemeye başlarlar. Sonra huzura izin istemeye uygun bir vakit buluncaya kadar sarayın etrafında dolaşırlar. Maksatlarını ifade edebilmek için en anlamlı sözlerle Sultan’ı övmeye başlarlar. Ardından Sultan’ın elini öpmek için izin isterler. İzin verilince de bu lütfu, isteklerinin yerine getirilmesine işaret sayarlar. İşte Hacerü’l-Es'ad'i istilam belki bunları hatırlatmaktadır.
Peygamberimiz, Hacerü’l-Esved’in önemini şöyle haber vermektedir: “Allah’a yemin olsun ki! Allah Haceru’l-Esved’i kıyamet günü gören iki gözü ve konuşan bir ağzı olduğu hâlde haşredecektir. Burada kendisine hak üzere (usûlüne uygun) istilam edenlere şahitlik edecektir.”6 Nasıl insanda hafıza kuvveti var ve nice malumat orada muhafaza ediliyor, öyle de Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasıyla Hacerü’l-Esved’de böyle bir fonksiyon olması gayet tabiîdir. Sanki o taş, binlerce “video bandı” veya “cd” diskleri gibi kendisini istilam edenlerin resim ve seslerini kaydetmekte olup öbür âlemde bunları gösterebilecektir. Sanki Hacer-i Esvet (Es'ad) öbür Âlemde gösterilmek üzere kendisini istilam edenleri video, cd, çip v.s gibi pekçok kayıt aletine kaydetmektedir. Yine hadîste “Kim Hacerü’l-esved’e dokunur, karşı karşıya gelirse, sanki Rahmân’ın eline dokunmuş gibi olur”7 şeklindeki teşbihle Hacerü’l-Esved’in Allah katındaki mânevî değeri anlatılmak istenmiştir. Böylece sevinç ve kemal-i edeple Sultan’ın huzurundan ayrılırlar. Şu hâlde hac ve umre için Kâbe’yi tavaf için yola çıkan kimsenin hâli, şeytanın günah oklarına karşı kendini koruyamayan dolayısıyla mânevî iltica talep eden bir mülteci durumuna benzemektedir.
Özel Misafirlik
İnsan bu âlemde, büyük bir sefere çıkmış yolcu gibidir. Bu yolculuk esnasındaki hac ve umre ise özel bir misafirliği ifade eder. Misafirlerin istekleri de reddedilmeyen dualar arasındadır.8 Hakim olan Cenâb-ı Hak, sanki hac ve umre ile kullarını özel olarak davet ederek yüce kapısında yalvarmalarını ve himayesine girmelerini istemektedir. Bunun için de yeryüzünde Mekke’de mukaddes olarak belirlediği yere “Beytullah” ismini vermiştir.9 Kul, hac ve umre ziyaretiyle sanki Allah’ın bu özel davetine “Lebbeyk Allahümme lebbeyk lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk lâ şerike lek -Buyur Allah’ım buyur! Huzuruna geldim, emrine hazırım. Sen’in eşin ve ortağın yoktur. Sana yöneldim, hamd Sen’in, nimet Sen’in, mülk de Sen’indir. Eşin ve ortağın yoktur” diyerek, samimiyetle icabet etmektedir. Zîrâ ağaçların ve taşların birlikte iştirak ettiği telbiye ile ihrama giren bir mü’min, (Hadîste telbiyenin fazileti şöyle haber verilmektedir: “Telbiyede bulunan hiçbir Müslüman yoktur ki, onun sağında ve solunda bulunan taş, ağaç ve toprak (hatta çadırlar ve evler) onunla birlikte telbiyede bulunmasın. (Peygamberimiz eliyle işaret ederek) bu iştirak arzın şu (en uzak) yerine kadar devam eder”10) Rahmân’ın özel misafiri olarak, “Duyûfu’r-Rahman” unvanını almıştır. Nitekim hadîste: “Hac ve umre yapanlar Allah’ın elçileridir (misafirleridir). Onlar Allah’a dua etseler, derhal dualarına Allah icabet eder. Eğer kendileri için af ve mağfiret talep ederlerse Allah hemen mağfiret eder.”11 buyrulmaktadır.
Dr. M. Selim Arık
Hac, kelime olarak “Allah’a yönelme, günahlardan arınma, Hak yolunda feragat gösterme ve meşakkatleri göğüsleme”1 mânâlarına gelmektedir. Dinî kavram olarak da “Kâbe ve civarındaki kutsal olan özel yerleri, belirli vakit içinde, usûlüne uygun olarak ziyaret etme” anlamını taşımaktadır. Umre ise hac günleri dışında Kâbe’ye yapılan ziyareti ifade etmektedir. Umre, senenin her zamanında yapılabilen ve Hanefî âlimlerine göre, ömürde bir defa yapılması sünnet-i müekkede olan bir ibadettir.2 Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de وَلِلَّهِ عَلىَ النَّاسِ حِجُّ البَيْتِ مَنِ اسْتطاَعَ إلَيْهِ سَبِيلاً “Gitmeye gücü yetenlerin Kâbe’yi ziyaret etmeleri, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır”3 buyurmaktadır. Dolayısıyla sağlık ve servet yönünden haccetme imkânına sahip Müslümanların ömürlerinde bir defa haccetmeleri farzdır. Hac, sahih rivayete göre hicretin 9. yılında farz kılınmış Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de h. 10. yılda hac farizasını eda etmiştir. Yine râcih görüşe göre Umre’ye “Hacc-ı Asgar” (küçük hac); hac mevsimindeki hacca veya Hz. Peygamber’in haccına “Hacc-ı Ekber” (büyük hac) denilmektedir. Halk arasında söylenilen Arefe günü Cuma’ya rastlayan hac mevsimine, “Hacc-ı Ekber” denilmesi ise sahîh bir kaynağa dayanmamaktadır. Enes b. Mâlik (r.a) Peygamberimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) dört umre yaptığını haber vermiştir. Bu umreler şöyledir: 1) Hicrî 6. yıldaki Hudeybiye umresi ki müşrikler Müslümanları Mekke’ye katmamışlardı. Buna aynı zamanda engelleme mânâsına gelen “ihsar” da denir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Naciye b. Cündüb ile hedy kurbanlarını Harem bölgesine (Mekke’ye) göndermiş, kurbanlar kesildikten sonra (veya bir rivayette kurbanlar Hudeybiye’de kesildikten sonra) ashab traş olup ihramdan çıkmış ve böylece umre sevabını almışlardır. 2) Hudeybiye kaza umresi ki, anlaşma gereği bir yıl önce yapılamayan umre ertesi yıl yapılmıştır. 3) Hicrî 8. yıl Huneyn ganimetlerinin taksimi senesi Ci’rane’den ihrama giyilerek yapılan umredir. 4) Hz. Peygamber’in Veda haccı ile yaptığı umredir ki, bu aynı zamanda hacc-ı kırandır.4 Ayrıca İmam Malik, umrenin bir yıl içinde birden fazla yapılmasını mekruh saymıştır. Çünkü ona göre umre bütün insanlara her sene için bir kere olmak üzere sünnet-i kifayedir.5
Hz. Âdem ve Hz. İbrahim Hatıraları
Hac, öncelikle o şerefli yerlerde büyük peygamberleri hatırlama ve hatıralarını yâd etme yönüyle özel bir davettir. Çünkü insanlığın atası olan Hz. Âdem ve eşi Hz. Havvâ Validemiz Cennet’ten çıkarıldıktan sonra o mukaddes yerlerde Allah’ın kapısına sığınarak uzun müddet ağlamışlar, dua ve tövbede bulunmuşlardır. Bunun neticesi olarak tövbeleri Arafat’da kabul olmuştur. Yine Hz. İbrahim (a.s) ve oğlu Hz. İsmail (a.s) ile eşi Hz. Hâcer’le beraber Allah’ın emrine uyarak ve O’ndan gelen meşakkatli imtihana sabrederek orada en büyük şerefi kazanıp Allah’ın rızasına ulaşmışlardır. Nitekim bugün onların hatırasına hac ve umre menasiki olarak Safa ile Merve arasındaki sa’y bunu hatırlatmaktadır. Çölün ortasındaki zemzem suyu Cenâb-ı Hakk’ın kullarına karşı merhametini ve lütfunu göstermektedir. Yine Hz. İbrahim’e en sevgili oğlu Hz. İsmail’in kurban edilmesi Allah tarafından burada emredilmiş, hattâ Hz. İsmail babası ile birlikte düğüne gider gibi kurban olmaya gitmesiyle Allah’a karşı olan teslimiyetini göstermiştir. Bu sırada Mina vadisinde, İsmail’i kandırmaya çalışan lânetli şeytan, Hz. İbrahim tarafından taşlanmış ve kovulmuştur. Bugünkü Mina’da kesilen kurbanlar ve cemarâttaki taşlamalar şeytanı ve bir anlamda kişiye musallat olacak şeytanî duyguların bertaraf edilmelerini hatırlatmaktadır.
Sultan’a Sığınma
Hacca gidenler sanki Kâbe’ye iltica etmişlerdir. Nasıl ki insanlar, felâket veya düşman saldırısı gibi bir şeye karşı direnemedikleri vakit, Sultan’ın himayesine sığınırlar. O felâketin tesirine göre her biri yalın ayak ve sırtı çıplak toz toprak içinde dua edip yardım isterler. Bu esnada yollarda rastladıkları hizmetçi ve saray adamları gibi kimselere hatta hayvan ve bitkilerin bulunduğu Sultan’ın çiftliğine son derece dikkatle saygı gösterip hiç kimseyi incitmemeye çalışırlar. Sultan’ın sarayına varınca da derin bir sessizlik ve sükûnet içinde beklemeye başlarlar. Sonra huzura izin istemeye uygun bir vakit buluncaya kadar sarayın etrafında dolaşırlar. Maksatlarını ifade edebilmek için en anlamlı sözlerle Sultan’ı övmeye başlarlar. Ardından Sultan’ın elini öpmek için izin isterler. İzin verilince de bu lütfu, isteklerinin yerine getirilmesine işaret sayarlar. İşte Hacerü’l-Es'ad'i istilam belki bunları hatırlatmaktadır.
Peygamberimiz, Hacerü’l-Esved’in önemini şöyle haber vermektedir: “Allah’a yemin olsun ki! Allah Haceru’l-Esved’i kıyamet günü gören iki gözü ve konuşan bir ağzı olduğu hâlde haşredecektir. Burada kendisine hak üzere (usûlüne uygun) istilam edenlere şahitlik edecektir.”6 Nasıl insanda hafıza kuvveti var ve nice malumat orada muhafaza ediliyor, öyle de Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasıyla Hacerü’l-Esved’de böyle bir fonksiyon olması gayet tabiîdir. Sanki o taş, binlerce “video bandı” veya “cd” diskleri gibi kendisini istilam edenlerin resim ve seslerini kaydetmekte olup öbür âlemde bunları gösterebilecektir. Sanki Hacer-i Esvet (Es'ad) öbür Âlemde gösterilmek üzere kendisini istilam edenleri video, cd, çip v.s gibi pekçok kayıt aletine kaydetmektedir. Yine hadîste “Kim Hacerü’l-esved’e dokunur, karşı karşıya gelirse, sanki Rahmân’ın eline dokunmuş gibi olur”7 şeklindeki teşbihle Hacerü’l-Esved’in Allah katındaki mânevî değeri anlatılmak istenmiştir. Böylece sevinç ve kemal-i edeple Sultan’ın huzurundan ayrılırlar. Şu hâlde hac ve umre için Kâbe’yi tavaf için yola çıkan kimsenin hâli, şeytanın günah oklarına karşı kendini koruyamayan dolayısıyla mânevî iltica talep eden bir mülteci durumuna benzemektedir.
Özel Misafirlik
İnsan bu âlemde, büyük bir sefere çıkmış yolcu gibidir. Bu yolculuk esnasındaki hac ve umre ise özel bir misafirliği ifade eder. Misafirlerin istekleri de reddedilmeyen dualar arasındadır.8 Hakim olan Cenâb-ı Hak, sanki hac ve umre ile kullarını özel olarak davet ederek yüce kapısında yalvarmalarını ve himayesine girmelerini istemektedir. Bunun için de yeryüzünde Mekke’de mukaddes olarak belirlediği yere “Beytullah” ismini vermiştir.9 Kul, hac ve umre ziyaretiyle sanki Allah’ın bu özel davetine “Lebbeyk Allahümme lebbeyk lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk lâ şerike lek -Buyur Allah’ım buyur! Huzuruna geldim, emrine hazırım. Sen’in eşin ve ortağın yoktur. Sana yöneldim, hamd Sen’in, nimet Sen’in, mülk de Sen’indir. Eşin ve ortağın yoktur” diyerek, samimiyetle icabet etmektedir. Zîrâ ağaçların ve taşların birlikte iştirak ettiği telbiye ile ihrama giren bir mü’min, (Hadîste telbiyenin fazileti şöyle haber verilmektedir: “Telbiyede bulunan hiçbir Müslüman yoktur ki, onun sağında ve solunda bulunan taş, ağaç ve toprak (hatta çadırlar ve evler) onunla birlikte telbiyede bulunmasın. (Peygamberimiz eliyle işaret ederek) bu iştirak arzın şu (en uzak) yerine kadar devam eder”10) Rahmân’ın özel misafiri olarak, “Duyûfu’r-Rahman” unvanını almıştır. Nitekim hadîste: “Hac ve umre yapanlar Allah’ın elçileridir (misafirleridir). Onlar Allah’a dua etseler, derhal dualarına Allah icabet eder. Eğer kendileri için af ve mağfiret talep ederlerse Allah hemen mağfiret eder.”11 buyrulmaktadır.