Ezan oldum dinmedim, bayrak oldum inmedim, şehit oldum ölmedim. Adım Müslüman soyadım Türk benim...
  • ULVİ HOCAM NURKUL HOCAM 3700 GÜN 10 YIL OLDU LÜTFEN GELİN SİZİ ÇOK ÖZLEDİK.. İlimyuvası Yönetim İletişim ilimyuvasi.com@gmail.com

KÜRESEL SERMAYE (Hanedanlar)

Gökhan

Çavuş
20 Ekim 2013

Küresel Sermaye’nin Kimliği

Adına ‘küresel sermaye’ dediğimiz, kendi kişisel, aile ve şirket çıkarları için küresel düzeyde paraya ve sermayeye hükmeden, ülkeleri savaşlara sokan, ekonomilerini batıran bir çıkar grubu ağından bahsediyoruz. Birinci Dünya Savaşı’ndan beri dünyayı şekillendiren esas itibariyle uluslar üstü Amerikan sermayesinin kontrolünü elinde bulunduran perde arkası güçlerdir. Dünya para piyasasının denetimini sağlamak üzere ‘Uluslararası Para Fonu (IMF)’nin yasal ve teknik çalışmaları da CFR tarafından yapılmıştır. Böylece Rockefeller, Mellon, DuPont, Rotschild vb. bankacıların oluşturduğu özel bankalar karteli; Federal Reserve System (Federal Merkez Bankası) vasıtası ile hükümete para akışını, para değerini ve faiz oranlarını dikte etmeye başlamıştır. CFR, Rockefeller ailesi başta olmak üzere çokuluslu şirketler ve finans odaklarının sahipleri ve üst düzey yöneticileri ile vakıf temsilcilerini, kapalı-gizli oda (think-tank) üyelerini, ClA’ye hizmet verenleri, CIA’ye eleman yetiştiren devlet üniversitelerinin elemanlarını, muhafazakâr (demokrat ve cumhuriyetçi muhafazakâr) siyasetçileri, devletin dışişlerinde ile dış misyonlarda görev yapanları, George Soros ve adamları gibi para piyasası oyuncularını buluşturmaktadır. Soros aslında Hedge fon sihirbazı ve Soğuk Savaş’ın finansörüdür. Küreselleşme, NATO, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, serbest pazar ekonomisi, çok partili demokrasi ve savaşlar bu ailelere hizmet etmektedir.

Bu gruptaki insanların tek güç vasıtası sabit bir üretim kaynağı olmayan paradır ve amaç para ile para kazanmaktır. Parayı, ulaşacakları hedefler için bir araç olarak kullanırlar. Bu grup için ülkelerin sınırları anlamsızdır, istediklerini elde etmek için seçtikleri ülkelerde gerekirse kriz veya savaş çıkarırlar. Savaşlardan borsa ve silah ticareti ile hem büyük para kazanır, hem de siyasi güç elde ederler. Seçilen ülkelerin hedef yöneticileri ya dediklerini yapacak, ya da öleceklerdir. Sürekli yeni sömürgeler elde edip, sonsuz hanedanlığa sahip olmak asıl hedefleridir. Sürece dâhil olmazlar, ortalıkta görünmezler, hiçbir iktidardan etkilenmezler. Kendi içlerinde de rekabet halindedirler. Silah ve petrol sanayisine dayalı grup, finans grubu ile uzun zamandır rekabet halindedir. Türkiye de konumu gereği bu çıkar gruplarının rekabet ve işbirliği alanıdır. Küresel sermaye yapısını üç halka biçiminde özetleyebiliriz. Bunlardan birincisi çekirdeği oluşturan aileler ve onların yer aldığı CFR, Chatham House gibi yapılardır. ABD’deki think-tank merkezleri, CIA ve çok uluslu şirketleri kullanan Rockefeller’ın yönettiği CFR, Amerikan derin devletinin de sahibidir. İkinci halka (birinci halkanın örtüsünü sağlayan) çeşitli popüler devlet adamları, iş adamları, akademisyenler, şarkıcılar, film sanatçılarını bir araya getiren Bilderberg, Davos gibi platformlardır. Bunlara katılan her ülkeden saçma sapan insanlar, -Bakın gördünüz mü, derin dünya devleti yokmuş! denilmesi işlevini yerini getirirler. Üçüncü halka ise küresel sermayenin at oynattığı üçüncü ülkelerde işbirliği yaptığı iş adamları, basın ve diğer küresel sermaye uzantılarıdır.

İki ana grup olan İsviçre-Basel’deki Rothschild ailesi ile ABD’deki Rockefeller arasında çekişme vardır. Bunlardan ilki ABD’deki Cumhuriyetçileri diğeri demokratları desteklemektedir. Hedefleri aynı metodolojileri farklıdır. 2008 krizinde 60 trilyon dolar hortumlamalarına rağmen, Obama yeni iktidarında ekonominin kilit noktalarına Bush tarafından kovulmuş olan küresel sermayenin adamlarını getirdi. Ancak, gene de derin devlet artık savaşmak istemeyen Obama’nın başını yemeye çalışıyor. ABD’deki grup karşılıksız ve bol miktarda (yılda 40 trilyon) dolar basmaktadır. Böylece ABD dolarını ucuzlatarak Çin, Japonya, Rusya ve Avrupa ekonomilerini vurmaktadırlar. Buğday, arpa, pirinç ve kıymetli metallerin fiyatlarını artırarak enflasyonu azdırmaya çalışmaktadırlar. Bu sistem İsviçre Basel’de Rotchild’in başında olduğu BIS (Uluslararası Ödemeler Bankası) tarafından yönetilir. Küresel sermayenin para planlama merkezi (city) Londra’dadır. Aksiyon merkezleri ise Wall Street, Belçika-Brüksel ve Singapur’dadır. Bu sistemin tamamı BIS tarafından 600 bin terminal ile kontrol edilir. Küresel elit tabakanın güç merkezini; ABD ve Batı Avrupa’da yönetimlerin arkasındaki asıl gücü temsil eden genellikle enerji sektöründeki şirket yöneticileri-medya patronları ve onlara teorik açılımlar sağlayan düşünce kuruluşları-üniversiteler temsil etmektedir. Bunların dışarıdaki kolları ise hedef ülkelerde simetrik yapılar edinen ve topluma nüfuz eden vakıflar, STÖ’leri, NGO’lar gibi toplumun değişik katmanlarına hitap eden kuruluşlardır. Hemen her ülkede bu elit tabakanın pastasından faydalanmak isteyen şirket sahipleri, işveren dernekleri, gazete ve TV sahipleri, akademisyenler, köşe yazarları gibi şöhret, kariyer ve maddi çıkar peşindeki pek çok kimse bu ağın içinde yer edinme gayreti içindedir. Devlet, parti, üniversite gibi çok farklı yapılar içinde güçlü bir bilgi, çıkar ve milliyetsizlik duygusuyla harekete geçmiş bu kişilerin tanınması ve takibi önemli bir ulusal güvenlik sorunu olarak 21. yüzyıla damgasını vuracaktır.

Küresel Sermaye ve Türkiye

Küresel sermayenin yöneticileri, Türkiye içinde de her zaman söz sahibi oldular, sağlam ilişkiler kurdular. Dış ticaret açığımız, döviz kurumuz, para rezervimiz, ülkeye hangi markaların gireceği ve pastanın nasıl dağıtılacağı bunların kontrolündedir. Küresel sermayeye karşı durmak çok zordur çünkü ulus-devletlerin iktidar sahipleri genellikle onların şantajı altındadır. Ekonomilerinin batmamasının ve kendi geleceklerinin bu gizli ellere bağlı olduğunu düşünürler. Osmanlı devleti ilk dış borcu Kırım savaşı esnasında Rothschild ailesinden almış, sonra iyice alışmış ve sonunda Duyun-u Umumiyeyi bu aileye teslim etmiştir. Rothschild ailesi, Duyun-u Umumiye vasıtasıyla Anadolu'yu yüz yıla yakın bir süre sömürmüştür. Sultan II. Abdülhamit ile görüşen Lord Baron Rotschild, Yahudi devletinin kurulması şartıyla borçlarını sileceklerini söylemiş ancak teklifi reddedilmiştir. Borç alma 1914 yılına kadar devam etti. Osmanlı İmparatorluğu, küresel sermaye tarafından belirlenen liberal ekonomi politikaları ve operasyonları ile dış borç bataklığına saplanarak parçalandı. Küresel sermaye Cumhuriyet Türkiyesine de İkinci Dünya Savaşı sonrası altı noktadan sızdı; bankacılık, sanayi, medya, eğitim, istihbarat ve bürokrasi. Küresel sermaye, bugün Türkiye içinde medya vasıtası ile finansal kaldıraç kullanmaktadır. Türkiye’de sermayenin paylaşımı için de bir kontrol mekanizması vardır. Bankacılık, maden arama gibi ruhsatlar bu mekanizma tarafından kontrol edilir. Küresel sermaye, alternatifi olmayan bir kolektif istihbarat ve akılla yönetilir. Bu ortak aklın içinde bulunan çok sayıda Türk de vardır. Organize ya da hiyerarşik bir sistemi yoktur.

Türkiye’nin IMF’ye borcunun bittiği yaygarası Türkiye’nin küresel sermayeden ve borç tuzağından kurtulduğunu göstermemektedir. Türkiye’nin tek borcu IMF’ye değildir. IMF’ye borcumuz bitse de kamuya olan yani iç borçlarımız 2002’den bugüne oldukça yükselmiştir. 1960’ların ithal ikameci politikaları ile dışa bağımlılık ve borçlanma artmaya başladı. 24 Ocak 1980 kararları ile uygulanan sıkı maliye ve para politikaları neticesi borçlar nispeten azalmışken, 1989’da sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ile borçlar tekrar artmaya başlamıştır. 2005 yılına kadar Türkiye dışa bağımlılığın cezasını ağır krizlerle ödemiştir. 2002-2012 döneminde Türkiye’nin dış borcu 22 milyar dolardan 7.7 milyar dolara gerilerken, kamunun dış borcu %598.8 artarak 38.6 milyar dolar artmış, özel sektörün dış borcu ise %425 artarak 183 milyar dolarlık rekor bir artış kaydetmiştir. Başka bir ifade ile son 80 yılda oluşan borç stoku 100 kabul edilirse, son on yılda buna 160 daha eklenmiştir. Bu dönemde özel sektör dışarıdan, devlet ise özel sektörden borçlanmıştır. Merkez bankası rezervlerinin kısa vadeli borçları karşılama oranı 2002 yılında %169 iken, 2012 yılı sonunda bu oran %116’ya, cari açıkla birlikte %80.8’e indi. Bu dönemde Cumhuriyet döneminin bütün kazanımlarının kamuya yük oluyor diye satıldığı ve kamuya iç kaynak olarak kullanıldığı da unutulmamalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan Eylül 2007 sonlarına doğru yaptığı Amerika gezisi sırasında alelacele CFR tarafından organize edilen bir toplantıya davet edildi ve orada konuşma yaptı. 27 Eylül 2007 tarihindeki konuşmasından önce CFR yönetim kurulu üyesi Richard Holbrooke tarafından şöyle tanıtıldı; ‘Bu dönemde hiç bir konuk Erdoğan kadar hiç bir devlet Türkiye kadar önemli olamaz’. Bu takdim ve kısa süre için Amerika’yı ziyaret eden Başbakana bir fırsatını bulup konuşturma yaptırmaları, CFR’in yalnız kendi hükümetleri değil dış ülkelerinin liderleri üzerindeki etkileri konusundaki en basit örnektir. Türkiye burjuvazisi, ABD ve AB ile olan tarihi bağlarına dayanmak suretiyle, bir 'bölge gücü' olmak için uğraşmaktadır. Türkiye’ye anlatılan “büyük güç” masalı budur. Türkiye'de son birkaç yıldır şiddetlenen ve TSK, hükümet, yargı, medya gibi unsurların içinde yer aldığı karmaşık mücadeleler, basitçe laik-İslamcı çekişmesinin çok ötesinde, küresel sermaye çerçevesinde yapısal dönüşüm çatışmasıdır. Türk halkına “büyüyen Türkiye” yalanı söylenmektedir. Hükümete göre, Yeni Osmanlıcılık politikası Türkiye’nin şahlanması anlamına gelmektedir. Yeni-Osmanlıcı yaklaşım, Türk Devleti’nin laik yapısına iki şekilde tehlike oluşturmaktadır. Köktendinci vizyonu ile dış politikamızın temel ilkeleri sarsılmakta, öte yandan toplumdaki etnik ve dini farklılıkları siyasete entegre edilerek ülke bütünlüğü gün geçtikçe tehlikeye düşmektedir. Osmanlıcı yaklaşım, günümüzde İslamcı hedeflerle iç içe geçmiştir. İslamcılara önerilen Ortadoğu konfederasyonu içindeki Ilımlı İslam devleti federasyonu, sözde eski Osmanlıyı canlandıracak ve liderlik edecektir. Böylece, ılımlı İslam devleti yanında; Türkiye’nin İslam dünyasına liderlik etme hayali yani padişahlık rüyası da gerçekleşecektir.


2003 yılından sonra ‘özelleştirme’ adı altında Cumhuriyetin 80 yıllık kazanımlarının küresel sermayeye satılması, ‘Levanten bujuvazi’ ve bir kısım ‘sonradan görme’ varlık sahiplerinin şirketlerini, bankalarını, arazi, mesken ve arsalarını yabancılara satmaları ile Türkiye’deki sermaye hareketleri içinde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının payı hızla arttı. Pek çok fabrika Türkiye’de gibi gözükse de mülkiyeti yabancılara aittir. Türkiye’deki zengin kesim kendi çıkarlarını korumak için başta iktidar partisi olmak üzere siyasi partileri örtülü olarak finanse etmektedirler. Sermaye kendini koruma aracı olarak medya vasıtası edinmeyi de bir sigorta aracı olarak görmeye devam etmekte, Türkiye’deki baskılar medyayı da içine almakta, gündemi karartmaktadır. Dış politika alanında 'AB çıpası'nın ne olursa olsun terkedilmediği bu dönemde, iç politikada tek parti hükümetinin sağladığı 'istikrar' sayesinde hayata geçen yeni İş Yasası (2003) ve bunun yanı sıra hükümetin emek-sermaye ilişkilerinde izlediği kararlı emek karşıtı tutum da TÜSİAD çevresinin takdirlerini kazanmıştı.


1980'lerden itibaren, özellikle Anadolu kentlerinde büyüme arzusundaki sermayeler için açık olan bir yol, 'İslami sermaye' denilen kesim içinde yer almak biçiminde ortaya çıkmıştı. Bunda önemli bir neden, küçük işletmelerin kredi sisteminden dışlanmış olmalarıydı. Alternatif olarak, 1980'lerde 'özel finans kurumları' (faizsiz bankacılık) adı altında başlayan sistemde, genelde İslami cemaatlerle bağlantılı Anadolu Finans, İhlas Finans (Işıkçılar cemaati), Asya-Finans (Bank Asya, Fethullah Gülen cemaati) gibi kuruluşlar ve Al Baraka, Faysal Finans, Kuveyt Evkaf gibi Arap sermayeli firmalar bulunmaktaydı. 2007 yılından itibaren AKP’nin yeşil sermayeye yer açmak için başlattığı tasfiye harekâtı büyük sermaye grupları ile aralarında kırılmaya neden oldu. Türkiye ekonomisinde uzun yıllardır hâkim konumda bulunan büyük gruplar (özellikle TÜSİAD çevresi) yavaş yavaş 'devre dışı' kaldı; bunların yerini ise AKP tarafından kollanan 'yandaş' sermayeler ve MÜSİAD almaya başladı. Bir yandan özellikle medya sahibi 'eski' gruplar üzerindeki sıkı maliye denetimleri ve kesilen cezalar, bir yandan da kamu ihaleleri ve özelleştirmeler yoluyla yandaşlara aktarılan rantlar, büyük sermaye içindeki çekişmeyi özetlemektedir. AKP, kendi 'organik burjuvazisini' yaratmak için uğraşmakta ve TOKİ ihaleleri, yerel yönetimler gibi kanallar aracılığıyla bu grubu beslemektedir. Bununla birlikte, AKP'nin neo-liberal politikalarından TÜSİAD çevresindeki büyük sermaye de nemalanmaya devam etmektedir. Son yıllarda Türkiye’de bir yandan yeşil sermaye içinde MÜSİAD (Çalık, Emine Erdoğan vb.) ile TUSCON (Gülen cemaati) arasında rekabet başladı.

Küresel Sermayenin Türkiye’deki Uzantıları

Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi (DEİK) ve Türk-Amerikan Vakfı kurulmadan önce küresel sermaye ve (özelde ABD’nin ekonomi ile ilgili) Türkiye’deki bağlantılarını sağlayan yapı 1952’de Türkiye’nin NATO’ya girmesi ile birlikte kurulmuştu. Bu yapıya askeri kapsamlı Özel Harp Dairesi’nin ekonomik kanadı diyebiliriz. Bu yapı, ABD Yardım Kurulu JUSSMAT ile bağlantılıydı. Yapılanmanın başındaki ilk kişi Koç’un ortağı Bernar Naum idi. Bunu daha sonra Selahattin Beyazıt, İhsan Doğramacı, Jack Kamhi, Ali Doğramacı ve Üzeyir Garih gibi isimler takip etti. Bugün Türkiye’deki çok çeşitli kesimlerden insanları içinde barındırmaktadır. İçlerinde 5-10 kadar TÜSİAD’çı vardır. Halen bu yapılanmayı Gülen’in TUSCON’u devralmaya çalışmaktadır. İsviçre’de kurulmuş olan Round Table’in 40 üyesinden sadece biri (Jack Kamhi) Türk idi. Bugün bu temsilci Nejat Eczacıbaşı’dır. Daha çok gazeteci, iş adamı ve siyasetçilerin bir araya getirildiği Bildelberg’e Selahattin Beyazıt katılmakta idi. Özal, büyük Yahudi sermayesini Türkiye'ye çekmek istiyordu. Bu nedenle 500. Yıl Vakfı'nı kurdurdu. Garih, Alaton ve Kamhi kurucu üyelerdi. Bülent Ecevit, dayatmalara karşı olduğu için 2003 öncesinde iktidarda iken yardımcısı Hüsamettin Özkan onun haberi olmadan gerekli düzenlemeleri yapmaktaydı. Mesut Yılmaz döneminde ise Karadeniz’den petrol çıkarmak için hükümetin önüne küresel sermayenin değiştirilmesini istediği kanun maddelerinin listesi kondu. Küresel mali sermayenin sözcülüğünü yapan Kemal Derviş’in siyasal provokasyonu ile başlayan; Mesut Yılmaz, Hüsamettin Özkan ve bazı DSP’li bakanların içinde yer aldığı darbe sonucu Türkiye’de yeni bir kaos ortamı başlatıldı. ABD, bu girişime büyük destek verdi. CNN International, İsmail Cem’in istifa konuşmasını bütün dünyaya canlı yayınladı. İhaleci medya da aynı tavrı izledi. Siyasi partilerin toplu intiharı ile AKP’nin önü açıldı.

Irak’ın işgaline hazırlanırken 14 Temmuz 2002 günü İstanbul’a savaş planları ile gelen ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz, hükümetle resmi temasa geçmeden İstanbul’da işadamı Mustafa Koç’un evinde verilen akşam yemeğinde Devlet Bakanı Kemal Derviş, Demokrat Türkiye Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Bayar, ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, TÜSİAD Başkan Yardımcısı Aldo Kaslowski, TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Cem Duna, Koç Holding Yöneticisi Bülent Özaydınlı ve iş adamı Cem Boyner ile bir araya gelmişti. ABD, küresel sermaye, TÜSİAD ve diğer pastada pay isteyenlerin süregelen toplantı yerlerinden biri de Aydın Doğan’ın Nakkaştepe’deki tesisleridir. Nakkaştepe, 2002 yılında Çevik Bir’in de katıldığı ABD ve Doğan arasındaki Irak’ta petrol ve ihale paylaşımına ev sahipliği yapmıştı. Küresel sermayenin Türkiye’deki uzantıları içinde TESEV ve TÜSİAD öne çıkmaktadır. TESEV ile birlikte Türkiye, dışarıdan görece bir liberal demokrasi olarak görünen şeye dönüştürüldü. Bugünkü Türkiye, örgütlü sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir kleptokrasi yani hırsızlar rejimidir. MÜSİAD ve TUSCON arasında rekabet devam ederken, küresel sermayenin TÜSİAD’ı dört yıldır Anadolu’daki iş adamlarının başta Rusya olmak üzere doğrudan uluslararası bağlantılarını önlemek için bölge federasyonları kurdu. Romanya, Yunanistan ve Ukrayna’da seri konferanslar yaparak, milyon dolarlık şirketleri bunun içine almaktadırlar. Rahmi Koç’un arkasında olduğu TÜSİAD, Türkiye’deki Lions-Rotary-Mason yapılanmasının da tepesindedir. AKP içinde ise Exeter’den mezun ve 1990’lı yıllardan beri CFR toplantılarına katılan Abdullah Gül, Cüneyd Zapsu, Ali Babacan gibi isimler öne çıkmaktadır.

Türkiye’nin her yanını saran yabancı şirketler kendi ekonomik hedeflerinin dışında Türkiye’nin siyasi ve ekonomik dönüşümü, istihbarat ve kültürel amaçlı pek çok misyona da sahiptirler. Örneğin sadece İstanbul Şişli’de en az 50 Amerikan şirketi vardır. Milli gibi gözüken pek çok ekonomik örgütlenme için sızmışlardır. Küresel sermaye ülkemizde önemli bir yere ve paya sahip konuma gelmiştir. Bunlar içinde ilk akla gelenler şunlardır; McDonalds, Burger King, Ford, General Motors, Shell, BP, Coca Cola, Pepsi, IBM, Microsoft, Siemens, DaimlerChrysler, General Electric, Citigroup/Citibank, AXA, Allianz, Deutsche Bank, Philip Morris, Carrefour, Fiat, Hewlett-Packard, HSBC Holdings, Morgan Stanley Dean Witter, Nerrill Lynch, Unilever, Metro, Nestle, ABN AMRO Holding, Thyssen Krupp, EON, Goldman, Sachs Group, Pfizer, Robert Bosch, Alcatel, Caterpillar, Cargill, Protecter & Gamble, Migros, Real ve daha onlarcası. DEİK içinde ülke iş konseylerine sızmışlar ve Yahudi, Sabutaycı ve eski Nazi gruplar hâkim duruma gelmiştir. DEİK Başkanı Yahudi kökenli Yona Yırca aynı zamanda Dünya Sanayi ve Ticaret Odaları Birliği Başkanı seçilmiştir. DEİK, kritik ve 1-2 milyon dolardan daha değerli yatırımlara Anadolu firmalarını sokmamaktadır. Türkiye’de küresel sermayenin diğer bir uzantısı ise fon yöneticileridir. Türkiye’de klasik fon yöneticiliği gelişmemiştir; Hedge grubu ise çok azdır. Venture Capture grubunda ise TÜRKVEN, İŞGELİŞİM (İş Bankası) ve ACTERA GROUP oldukça etkindir. TÜRKVEN ve ACTERA’nın dört milyar dolarlık bütçeleri aslında yabancılara aittir. İMKB, yabancı yatırımcıların ağırlıklı olarak yatırım yaptıkları bir borsadır. Son dönemde yabancı yatırımcı oranı % 71’lere kadar çıkmıştır. Bu durum her an tetikte olunması gereken bir durumdur.

Son Söz; İstanbul, Küresel Sermaye Tarafından Geri Alınıyor..

Türkiye, 75 milyonluk nüfusu ile küresel sermayeye pazar olma yönünden cazip bir ülkedir. Küresel sermayenin yeni bir finans merkezi ve para ekonomilerini canlı tutacak, sıcak geçişleri sağlayacak, bir mekân olarak ülkemizde İstanbul seçilmiş ve bunun alt yapısı hazırlanmıştır. İstanbul'da son yıllarda yapılan düzenlemeler, yapılması planlanan projeler, yabancı yatırımcıyı mülk almaya ve yatırım yapmaya yönlendiren mastır çalışmaları, küresel finans merkezi ölçeğinde değerlendirilmelidir. Kara para aklama merkezleri, kontrolü küresel sermayenin elinde bulunan, uluslararası egemenlerin hegemonik limanları olarak çalışan yerlerdir. İstanbul gibi bir şehrin sırf yabancı sermayenin yatırımı için projelendirilip, parsellenmesi, ülkemizin milli ekonomisi ve ulusal stratejilerini baltalamaktadır. Her gün televizyonlarda yeni modern yaşam alanlarının reklamlarıyla pazarlanması ve emlak piyasalarında dünyanın en önemli yatırım merkezi haline dönüştürülmesi ile küresel sermaye ile el ele tutuşup sanal refaha kanmış yöneticilerimiz sayesinde İstanbul farklı bir metotla yabancılar tarafından geri alınmaktadır. Öte yandan, küreselleşmenin temel amacı, ulus-devletleri küçük parçalara bölmek, böylece dünyayı tek pazarlı hale getirmektir. Türkiye topraklarında Kürdistan’ı kurma planları da bu tasarının bir parçasıdır. Türk ekonomisine gelince; gerçeği OECD Raporu söylemektedir; “Türkiye, ucuz işgücüne dayalı montaj sanayi nedeni ile 50 yıl daha kalkınamaz.” Türkiye, tüketim toplumu olmaya mahkûm edilmiştir ve geleceğimiz küresel sermaye tarafından şekillendirilmektedir. Bu yazı ile birlikte, Amerikan örtülü operasyonları ile ilgili yazı dizimizi tamamladık. Bu konuların hepsi detaylı bir şekilde yakında çıkacak olan “Türkiye’deki Amerika” isimli kitabımda yer alacaktır.
Müteakip yazı, Dünyanın Geleceği.

Doç.Dr.Sait Yılmaz
 
Üst Alt