Ezan oldum dinmedim, bayrak oldum inmedim, şehit oldum ölmedim. Adım Müslüman soyadım Türk benim...
  • ULVİ HOCAM NURKUL HOCAM 3700 GÜN 10 YIL OLDU LÜTFEN GELİN SİZİ ÇOK ÖZLEDİK.. İlimyuvası Yönetim İletişim ilimyuvasi.com@gmail.com

Mukaddes Yolculuğun İkliminde

islam73

Uzman Onbaşı
Arhan Kardaş
Hac, müslümanlar arasında içtimâî birliği tesis ve tecelli ettiren öyle büyük ve öyle şümullü bir İslâm şiârıdır ki, onun enginlik ve vüs'atini, küre-i arz üzerinde bir başka mekân ve bir başka cemaatte bulup göstermek mümkün değildir.

Hakk'ın Kulu Daveti
Hakk'a âşık olmuş her gönül, her gün kıblesine yönelerek Rabb'ine niyazda bulunduğu Allah'ın evine iştiyak duyar. Eve hürmet, ev sahibine hürmettir. Eve iştiyak Hakk'a iştiyaktır. Bu iştiyakın kaynadığı, yerinde duramaz olduğu, köpürüp taştığı zaman Kâbe'nin sahibinden davet gelmiş demektir. Öyle bir davettir ki, vaktini O'ndan başka kimse tayin edemez. Aynen doğum, ölüm, kıyamet gibi. Kul'un Allah demesi, Rabbin 'Lebbeyk' (Buyur Kulum!) demesinin tâ kendisidir. Bir de kulun dili 'Lebbeyk' demeye sevk edilmişse belli ki Rabbi 'Gel' demektedir.

Kulun Ziyaret Hazırlığı
Kul bir şekilde huzura varacaktır varmasına ama, sıradan bir misafire giderken bile hazırlık yapılır. Hakk'ın hâriçteki evini ziyarete giderken iç evi olan kalbini temizler. Küsleriyle barışır, dargınlarına selâm, hak sahiplerine hakkını verir, mânevî hakları için helâllik temenni eder, bu konuda ısrarcı olur ve bir nevi son yolculuğuna çıkarmış gibi çıkar.

Sonra dünyevî rütbelerinden soyunur. Kendine mânevî rütbeler veriyorsa onlardan da istifa eder. Sermayesini kaybetmiş, günahları yığın yığın olmuş, Hakk'ın merhametine en çok ihtiyacı olduğu bir hâlde ihrama girer. İhramın alâmeti iki parça bezdir. Ekseriya rengi beyazdır. Kefen misâl bir kumaştır, değeri azdır. Mahşeri dünyada yaşayanlar o bezi de yok sayarlar. Zihinden rafa koyarlar. Ölmeden ölürler, vakti henüz gelmeden mikate girerler. Varmadan Hakk'a ererler.

Hacc Niyeti ve Kulun İhrama Girmesi
'Hacc' kasıt ve niyet demektir. Hacc can ve mal ile emektir. Başı, ortası, sonu niyazdır, dilektir. Bu sebeple onda unutmak mazeret olmaz. Hatırlamak mârifet olmaz. İhramı bürünenin yasağı artar. Kötü söz, kem göz, müstehcen kelâm, beden ile haşir neşir olmak, cedelleşmek, cidalleşmek yasak olmakla kalmaz cinayet olur. Yaprak, dal, ot koparmak, vahşi evcil hayvan öldürmek, avlanmak, koku sürünmek gibi şeyler de yasak olur. Kul bir kere daha anlar ki Allah'ın mahremi olmak için 'ihram' şarttır. Kimi kullar akarsular gibi dağlardan tepelerden kara vasıtalarıyla akın ederek, kimisi de turna katarlarını andıran ve gökten gelen cennet kuşları gibi uçaklardan süzülerek Allah'ın haremine dâhil olurlar.

Hakk'ın Misafirliği ve Beytin Huzuru
Kulların her biri ev sahibinin davetli konuklarıdır. Aynen dünya misafirhanesinde konuk oldukları gibi. Birazdan beklenen an gerçekleşecek, kul kalbinin kılıfıyla karşı karşıya gelecektir. İşte o ân, nefesler tutulur, gözler yaşarır, bir mazruf olarak kalb aradığı zarfını, kılıfını bulmak heyecanından pıt pıt atmaktadır. Nasıl ki kılıç kınına girdiğinde sükûn bulur, aynen öyle de kalb Kâbe'de bir sükun, bir sekine, bir emniyet hisseder. Beytullahla gözler buluştuğunda, heyecandan kelime sarf etmek kolay olmaz. Kul, içinden 'Allah'ım şimdi ve bundan sonraki dualarımı kabul et.' duasını yapıverir. Ve bir küp siyahın bütün aydınlığı nasıl bünyesinde topladığına hayret eder. Akıl bu hayranlıkla sarhoş iken kalbi, dünyanın başka hiçbir yerinde hissetmediği bir emniyeti hisseder. 'Her kim ona dâhil olursa emin olur.' âyetinin sırrını keşfeder. Ruh ise kendini gurbette hissetmez. Harem'in hiçbir unsuru ona yabancı gelmez. O vakit anlar ki dünyadaki aslı buradan gelmiştir. Burası onun gerçek vatanıdır.

Kâbe'nin Kapısı Nurla Dolmuş Yapısı
Küp şeklindeki bu yapının aslı dikdörtgen olsa gerektir. Kureyş bir tamir esnasında ebadını kısaltıp kübe çevirmiş, Hicr-i İsmail'i dışarda bırakmış. Bundan olsa gerektir Hz. Nur Efendimiz Rükn-i Yemânî köşesini ve Hacerü'l-Esved'i selâmlamış diğer köşelerine selâm vermeden geçmiştir. Zira gerçek köşeler ortadan kaldırılmış. Ayrıca kapısı da zemine bitişikken kadim Araplar herkes giremesin diye yükseltmişler.

Hakk'ın Yere Uzanmış Eli: Hacer-i Esved
Efendimiz bir kutlu beyanında: 'Hacer Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir.' buyurmuştur. Hakk'ın eli her şeyin üstündedir, Hacer'le temsil edilmektedir. Beytini tavaf ederken o el tutulur, selâmlanır. Tavaf kıyamsız, rükûsuz, secdesiz kılınan bir nevi namazdır. Beytullah'ın etrafında dönülen her bir şavt bir rekât gibidir. Her bir şavt Haceri selâmlamakla başladığına göre bir nevi tekbir alınmış demektir. Haceri selâmlarken 'Bismillahi Allahu Ekber' demek ne kadar da anlamlıdır. Bu selâm aynı zamanda da 'Ey taş! Sana yönelerek selâm veriyorum fakat biliyorum ki Allah her şeyden uludur.' demektir. Hacer'in ve Kâbe'nin hâli melekler karşısında Âdem'in hâline benzer. Hak Teâlâ öp demiştir, öpülmüştür, namazda yüzünüzü Kâbe'ye çevirin ferman etmiştir, uyulmuştur. Makam-ı İbrahim için de durum farklı değildir. Hepsi mahlûktur ve değerlerini Allah'ın gözdesi olmaktan almışlardır.

Tavafın İkliminde
Tavafın zâhiri tıklım tıklımdır, bâtını büyülü bir iklimdir. Ak urbalar içersinde kara nur'un etrafında dönülür, tâ zeminden Beytü'l-Ma'mur görünür. Kul İbrahim'in ayak izinden yürür, huzura gelir, Musa'nın izinde İsa'yı bulur, Muhammed'in eserine yüzünü sürer. Bu dört güzel dahi Hacc'a gelmiştir. Bunlar gibi nice Hakk'ın elçisi, elçisi olmayan nice yolcusu tavafta ondan evvel tekbir getirmiş, ümmetini Hak katına götürmüştür. Bu ulular kervanında küçük kul, kendi küçüklüğünü bilir, bunları afvına vesile kılar. Efendiler Efendisi'nin harfi harfine duaları okunur. Huzurda, yanlış sözden ve gafletten sakınır.

Tavafın ikliminde en az istifade eden kulun hissiyatı budur. Kim bilir diğerleri daha ne derinlikleri, daha ne lütf u rahmeti hakkalyakin hisseder. O mahşerî kalabalık içinde damla gibi görünen nice derya saklıdır. Bunu hisseden her kul bir başka kardeşinden dua diler. Zîrâ viraneler içinde nice hazineler gizlidir. Kimi zaman hiç tanımadığı bir kardeşinin koluna girer, duasına amin der. Kimi zaman içten içe yakarır, yanıp biter kül olur. Kimi zaman ayakları yerden kesilmiş gibi bir başka huzur hisseder.

Yeryüzünün rahmindeki bu göbek bağından ruhuna akıp gelen gıdalarla tagaddi eder. Ve bilir ki bu bağın ucu Sonsuz Rahmet'e bağlanmıştır.

Safa'dan Merve'ye Yol Gizli Gizli
“Safa” tepesi bir cihetle 'safiyyullah ' olan Âdem atamızı, 'Merve' tepesi de ilk kadın olan Havva Ana'mızı temsil ediyorsa şayet, sa'y'in (Safa ve Merve arasında 7 kez gidip gelme) manası bir başka derinlik kazanır. Kul, erkek olsun kadın olsun Allah yolunda sa'yeden koşturan, çalışıp didinenin emeğinin boşa gitmeyeceğini bilir. Nitekim bu iki tepe arasında Hacer Ana'mız 7 kez koşturduktan sonra kıyamete kadar tükenmeyecek bir hazineye 'zemzem'e kavuşmuştur. Hak Tealâ ihlâs ve samimiyetle yapılan hiçbir duayı asla boşa çıkarmayacağını bir kez daha ifade etmiş fakat kavlî duanın fiilî dualarla desteklenerek koşuşturulması gerektiğini vurgulamıştır. Evet, âb-ı hayat fışkıracaktır fakat terlemek lâzımdır. İşte bu iki kutlu tepe arasındaki sa'y bütün insanlığın emekleme ve çabalamasını temsil eder. Allah'ın sembollerinden bir sembol, şiarlarından bir şiardır.

Ve Beklenen Mikat 'Arafat'...
Hacc'ın zirve noktası insanlığın tevbegâhı olan Arafat'tır. Zaten Hac'dan kasıt tevbe ve mağfirettir, işte onun mekânı burasıdır. Bu sebeple Efendimiz: Hac, Arafat'tır, buyurmuştur. Allahu a'lem, Âdem'in mayası buradan alınmış, işlenen günahtan burada arınmıştır. Bir nice ayrılıktan sonra Havva anamıza da burada kavuşmuştur. Hakk'ın ata ve anayı afvettiği mekâna evlâtlarını davet etmesi ne mânidardır. Hak Tealâ, arınma ve temizlenmek için insanlara fırsat sunmaktadır. Bu cihetle Arafat, rahmetin enginliğinin olabildiğince hissedildiği yerdir. Öyle ya imanı ve imkânı olan her insana bu Hac farzdır. Kullar gâh Âdem ve Havva'nın (a.s), gâh sulbünden gelen masum peygamberlerin ağızlarıyla Hakk'a yalvarırlar. Tabiatlarındaki kötülük eğilimini, kudretlerinin aczini, zenginliklerinin fakirliğini itiraf ederler. Cebel-i Rahmet (Rahmet Dağı) eteklerinde Allah'ın dağ gibi rahmeti karşısında günahlarının nasıl da küçülüp kaybolduğuna şahit olur, şükür ve hamd ile secdeye kapanırlar. Bugün yalvarmak, yakarmak, tazarru, niyaz esastır. Rab ile baş başa kalmak, ferden ferda huzurda bulunmak esastır. Nasıl olmasın ki, Kâinatın Serveri, Arafat'ta öğle ve ikindi namazını birleştirmiş ta Müzdelife'de gecenin koynuna dek yatsı ve akşam namazlarını cem edeceği ana kadar dua dua yalvarmıştır. Arafat'ı idrak eden her kul, hayalinde Efendimiz Hz. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyamete kadar okunacak hutbesini canlandırır. Ashabına veda ettiği, her beyanı bir sehl-i mümteni olan hutbesindeki vasiyetleri hatırlar. Hayaliyle o zamana gider ve huzurunda huşu ile sanki yeni irad oluyormuş gibi o hutbeyi dinler. Emirlerini gönlüne nakşeder.

Müzdelife ve Cemerat
Akşam vakti Müzdelife'ye vardığında rahatlamıştır. Hacc'ın en önemli rüknünü yapmış, şayet Hak tevbe ve istiğfarını kabul etmişse affolunmuştur. Ne var ki hayat devam etmektedir ve son nefese kadar hak ile bâtıl, doğru ile yanlış, güzel ve çirkin, iman ve küfür, günah ve sevap arasındaki bu mücadelesi devam edecektir. Bütün bu mânilere karşı yalnızca nefsini taşlaması yetmez, bir de onu tetikleyen ve kaderin üstüne musallat ettiği kadim düşmanı vardır: Şeytan. Nitekim ana ve atası Cennet'ten kovulduklarında, Hak hem Âdem hem Havva hem de İblis'e hitaben 'Birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin!' emretmiştir. Âdem ve Havva'nın düşmanlıkları Arafat'ta sona erse de ortak düşmanları İblis'in nefret ve husumeti bütün dessaslığıyla ortada durmaktadır. İşte İblis ve bütün avenesine karşı sembolik mücadelenin verileceği yerdir Cemerat.

Şeytan taşlanacak taşlanmasına fakat ona darbeyi vuracak taş hangi taş? İlk taşlar büyük şeytana yani İblis'e atılacak. Hz. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) bu taşları Müzdelife'de toplamıştır. Müzdelife'nin taşında bir alâmet var. Kâinat'ın doğduğu senede gerçekleşen Kâbe'nin Ebrehe tarafından yıkılmak istenmesi... Üşenmeyip bin kilometreden filler getiren Ebrehe'nin ordusunu Ebabil kuşlarının gagasındaki küçük taşlar helâk etmiştir. 'Siccil' denen o taşlar, toprağın taşlanmış hâlini ifade eder. Müzdelife 'Siccil'in atıldığı, fillerin parça parça oldukları ve Ebrehe ordusunun hezimetle dağıldığı mekândır. O fındıktan küçük nohuttan büyük o semavi taşlar şimdi de şeytana atılacaktır. Kul bununla idrak eder ki, Allah'ın düşmanı ancak Allah'ın silahıyla mağlup edilebilir. Sembolik şeytanları taşlarken de 'Sen atmadın, attığında gerçek atan Allah idi' âyetinin sırrı ona malum olur.

İnsanlığın Diyeti Kurban
Nihayet şükür kurbanını keser. Kurban İsmail'in (a.s) Allah katındaki diyeti olduğu gibi, bütün insanlığın da kesilip kurban edilmesinin diyetidir. İnsan bedenini kurban etmek ebediyen yasaklanmıştır. Hacc'ın kurban menasiki insana çevreye ait sorumluluğunu bir kere daha hatırlatır. Bir sineğin, bir ağacın bir koyun kadar, insana ait bir hatanın bir sığırın ya da devenin hayatına mal olacak kadar neticeleri olduğunu bildirir. Bütün bu hatalara 'cinayet' ismi vermekle, hayvan, bitki ve çevreye karşı kayıtsızlığın ne demek olduğunu ifade eder. Her ihmal ve hatanın bir maliyeti olduğunu fakat çözümsüz olmadığını da vurgular.

Traş, İhram'dan Çıkış ve İfâza Tavafı
En mühim menasik bitmiş sıra ihramdan çıkmaya gelmiştir. Helâllerin haram olduğu hâlden çıkarken kul başını Allah'a doğru uzatır. Saçları tam tekmil traş olurken: 'Allah'ım, bu benim alnımdır, senin rızan için yaptığım Hacc'ımı kabul et ve günahlarımı affet!' der. Başını usturaya uzatmakla Allah'a olan inkıyadını ifade eder. Saçları bir bir düşerken 'saçları sayısınca günahlarının affolmasını' talep eder.

Nihayet diyeti ödenmiş ve başı Hakk'a feda olan kullar olarak Allah'ın Harem'ine girer. Şimdi ihramsız tavaf edecektir. Zîrâ artık mahrem olmuştur. Hacc'ın üç büyük rüknünden olan bu son tavafa 'ziyaret' ya da 'ifâza tavafı' denir. Mina'dan tekbirlerle akıp gelen milyonların gönül kapları taşarak icra ettikleri tavaftır bu. Bu tavafın akabinde bir koşuşturma olan 'sa'y' yapılacaktır. Bütün bunlar bittiğinde nihayet bunu 'veda tavafı' takip edecek bununla Beytullah'a veda edilecektir.

Mukaddes Veda
Hac bir kasıttır ve nüsükü (yapılması gereken ibadetleri) çoktur. Hepsini yerli yerince, eksiksiz ve tam zamanında yapmak herkese nasip olmaz. O yüzden telâfi adına cinayet kurbanları imdadımıza yetişir. Hem İnsanlığın Efendisi Hz. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna gelip erken taş atan, geç kurban kesen nice insanlar gelip menasikten sormuşlardır. Arafat'tan sonra sorulan bu sorulara istisnasız 'yap, bir beis yoktur' diye cevap vermiştir. O'nun bu tavrı –Allahu a'lem- Arafat'ta insanların affolduğuna işaret eder. Kul bu mukaddes beldelerin asıl vatanı olduğunu bir kez daha hisseder. Zira kişinin vatanı affolduğu yerdir.

Bu nedenle olsa gerek, mukaddes yolcu vatan bildiği beldelere dönünce kendini gurbette hisseder. Başlangıçta aklına zaid görünen tekrar tekrar hacca gitme arzusunu kalbi tashih eder. Çünkü artık her yıl gitmek istemektedir.

Büyük müceddit, Hüccetü'l-İslâm İmam Gazzali 'Hacc'ın Esrarı' adlı kitabında der ki: 'Hacc'ın her menasikinde aklîlik aramamak lâzımdır. Hac, aklın da Allah'a itaatini ifade eder.' Bu görüşe şaşırmamak elde değildir. Zîrâ Hacılar yapılan ibadetlerde hiçbir gayr-i mâkullük görmezler. Hazretin bu görüşünü ibadetin 'taabbüdî' oluşu şeklinde anlamak en doğrusu olsa gerektir.

Hac farizasının içinden sayılmayan fakat Müslüman'ın kendisine hem fert hem de toplum olarak borçlu olduğu Efendiler Efendisi'ni ziyaret vardır. Hac boyunca kendisi adım adım takip edilmeye çalışan Kâinatın Serveri'ni görmeden dönmek olacak şey değildir. Fakat O'nun ziyareti, O'nun köyü başlı başına bir iklimdir. Kâbe gibi O'nun iklimine girmeden anlaşılacak gibi de değildir...

 
Üst Alt