Ezan oldum dinmedim, bayrak oldum inmedim, şehit oldum ölmedim. Adım Müslüman soyadım Türk benim...
  • ULVİ HOCAM NURKUL HOCAM 3700 GÜN 10 YIL OLDU LÜTFEN GELİN SİZİ ÇOK ÖZLEDİK.. İlimyuvası Yönetim İletişim ilimyuvasi.com@gmail.com

Hayât bin kays el-harrânî

seize

Çavuş
HAYÂT BİN KAYS EL-HARRÂNÎ;
Harrân'da yetişen evliyânın büyüklerinden, âriflerin ileri gelenlerinden. Nesebi; Hayât bin
Kays bin Kahhâl bin Sultan el-Ensârî el-Harrânî'dir. Urfa'ya bağlı Harrân kazasında doğup
yetiştiği için "Harrânî" nisbeti ve "Şeyh-ül-Kıdve" lakabı ile meşhûr oldu. Doğum târihi
hakkında, kaynaklarda bir bilgiye rastlanamamıştır. Ömrünün 50 senesine yakınını Harrân'da
geçirmiş büyük bir velîdir. İnsanlar ve bâzı sultanlar, onu ziyâret edip duâsını alırlar, onunla
berâber olmakla bereketlenirlerdi.Yüksek hâllerin ve kerâmetlerin sâhibi olup, ehliyeti,
ihlâsı, iffeti yanında, dînine çok bağlı bir zât idi. Cömertliğiyle meşhûrdur. 1185 (H.581)
yılında orada vefât etti. Harrân'ın dışına defnedildi. Kabri, ziyâretçilere açıktır.
Hayât bin Kays hazretleri büyük himmet sâhibi olup, yüksek makamlara kavuşmuştu. Keşf
ve kerâmetleri, açık ve meydanda bir zât idi.Allahü teâlâya yakınlık derecesi bakımından
yüksek bir mevkide bulunuyordu. Hakîkat ilimlerinde derin bilgisi vardı. Sayısız kerâmetleri
yanında, hikmetlerle dolu, yüksek hakîkatleri açıklayan sözleri çoktur. İlimde ve tarîkatta o
kadar yükselmişti ki, himmet ve tasarrufları "Yed-i Beyzâ"ya benzetilirdi.Yed-i Beyzâ, Mûsâ
aleyhisselâmın mûcize olarak gösterdiği beyaz ve parlak olan sağ eli olup, istediği vakit
yakasına sokup çıkardıkça, güneş gibi bir ilâhî nur parlamaya başlardı. Düşmanları bu nûr-i
ilâhîyi görünce, kaçıp dağılırlardı. Bu tâbir, mecâz olarak, kerâmet ve hârikulâde hâller ve
meziyetler hakkında da kullanılırdı. O, her yönden ilim ve hâl sâhiplerine ışık tutmuş ve
kendisine ilim, hâl ve zühd yönünden reislik verilmiştir. Bu hususlarda, pek çok velî kendi
talebelerinin terbiyesini ona havâle etmişler ve onun sâyesinde nice kimse makam ve hâl
sâhibi olmuştu. Ondan sayısız kimse ders ve feyz almıştı. Yetiştirip mezûn ettiği talebelerinin
sayısı da hayli kalabalıktır. Yetiştirmiş olduğu talebeler,
karanlık bir gecede parlayan yıldızlar misâlî, seçilmiş ve kerâmet ehli zâtlardır.
Evliyânın büyüklerinden birçoğu, onun hâllerini beğenip, söylediklerini tekrar etmişler ve
birçok âlim de, onun büyüklüğünü her vesîle ile dile getirmiştir. Âlim ve câhil, herkes ondan
istifâde etmiş, Harrân halkının başı sıkıştığında ona başvurulmuştur. Meselâ Harrân
Ovasında, bâzan günlerce suyun damlası bulunmaz olurdu. Halk, bunun çâresini bulmuştu.
Hemen Hayât bin Kays hazretlerine koşar, onun duâsını alır, duâsının himmet ve bereketiyle
yağmur yağar, halk susuzluktan kurtulurdu. Bu hususta onun yardımları saymakla
bitirilemez. Sultan Nûreddîn Zengî onu ziyâret edip, hıristiyanlara karşı yaptığı cihâdda azim
ve gayretini kuvvetlendirince, onun muvaffak olması için duâ ederdi. Sultan Selâhaddîn-i
Eyyûbî de ziyâret eder, ondan duâ isterdi. Duâsını alarak yaptığı harbi kazanırdı.
Hayât bin Kays el-Harrânî hazretlerinin oğlu Ebû Hafs Ömer şöyle anlatır: Şeyh Zagîb
er-Rahâbî, babamın ziyâretine gelmişti. Babam ise, sabah namazından sonra evinin kapısında
oturmuş, kendi işi ile meşgûl oluyordu. Zagîb er-Rahâbî gelip kapının diğer tarafına oturdu.
Babam, onunla hiç konuşmadı. Şeyh Zagîb, buna alındı ve içinden: "Tâ Rahâbe'den geldim
de, bana hiç iltifât edip konuşmadı. Hiç böyle olur mu?" diye düşündü. Babam ona hemen
şöyle seslendi: "Benim hakkımda kalbinden geçirdiğin şu îtirâzından dolayı, sana bir zarar
geleceğinden korkuyorum. Bunun dış âzâlarında mı, yoksa iç âzâlarında mı meydana
gelmesini istersin?" O da: "Dış âzâlarımda olsun!" deyince, babam elini uzattı, o ânda
gözlerinden bir tânesinin şekli ve yeri değişip rahatsızlandı. Adam kalkıp hürmet gösterdi ve
oradan ayrıldı ve memleketi olan Rahâbe'ye döndü. Birkaç sene sonra, kendisine bir yerde
tesâdüf ettiğimde, gözünün iyileşmiş olduğunu gördüm. Sebebini sorunca: "Bir zikir
halkasına iştirâk ettim. Orada babanızın talebelerinden biri ile görüştüm. Ellerini hasta
gözüme koyunca, hemen iyileşip eski hâline döndü." diye cevap verdi. O gün, baban benim
gözüme parmağı ile işâret ettiği zaman kalb gözüm açılmış, onun feyzi ile birçok garîb şeyler
görmüştüm."
Harrân'da bir câmi yapılıp, sıra mihrâba gelince, kıble husûsunda Hayât bin Kays hazretleri
ile câmiyi yapan zât arasında ihtilâf çıktı.
 

seize

Çavuş
Sonunda Hayât bin Kays ustaya: "Önüne bak,
kıbleyi göreceksin!" buyurdu. O zât da, önüne baktığında Kâbe'yi karşısında gördü ve düşüp
bayıldı.
Bir gün, Hayât bin Kays hazretleri ile berâberindekiler, yolculuğa çıkmışlardı. Yorulunca, bir
yerde dinlenmek istediler. Ümm-i Gâylân denilen bir ağacın altında istirahate çekildiler. Bir
aralık hizmetçisi, Hayât bin Kays'a; "Ben, hurma yemek istiyorum!" deyince; ona: "Şu ağacı
salla, hurma düşer ve yersin!" buyurdu. Hizmetçi; "Bu ağaç Ümm-i Gâylân denilen bir
ağaçtır, hurma ağacı değildir." dedi. Hayât bin Kays hazretleri, "Ben sana o ağacı salla
diyorum." deyince, hizmetçi ağacı sallamak zorunda kaldı. Ağacı sallayınca, misk gibi yaş
hurma dökülüverdi. Dökülen hurmaları yediler, doydular ve sonra kalkıp gittiler.
Sâlih bin Gânim bin Ya'lâ isimli bir zât: "Güzel bir günde, Yemen'den Hind Denizine bir
sefere çıkmıştı. Gemi denizin ortasına gelince, şiddetli esen fırtına ve dalgaları tutuldu. Gemi
hasara uğrayıp delindi ve battı. Salih bin Gânim, bir tahta parçasına tutunarak, kimsenin
yaşamadığı bomboş bir adaya ulaştı. Çok gezdiği hâlde hiç kimseyi göremedi. Orada bir
mescid görüp, içeriye girdi. Mescidde bulunan dört kişi, kıbleye yönelmiş, tâat ve zikir ile
meşgûl idi. Selâmlaştıktan sonra hâlini hatırını sordular. O da, soranların hâllerini
müşâhedeye devâm etti. Yatsı namazı vaktinde, Hayât bin Kays hazretleri içeriye girdi.
Onların yanına yaklaşıp selâm verdi. Namaz kılmak için öne doğru geçti. Onu imâm yapıp,
yatsıyı cemâatle kıldılar. Sabaha kadar ibâdet, tâat ve zikir ile meşgûl oldular. Sabah namazı
da kılındı. Namazdan sonra, Hayât bin Kays hazretlerinin; "Ey tövbe edenlerin sevgilisi! Ey
âriflerin neşe, sevinç kaynağı! Ey âbidlerin gözbebeği! Ey yalnızların dostu! Ey sığınanların
sığınağı ve ey ümidini kesenlerin dayanağı! Ey sıddîkların kalblerinin kendisine meylettiği ve
sevgililerinin kalblerinin kendisiyle dost olduğu ve korkanların himmetinin kendisine
bağlandığı yüce Rabbim!" diye münâcâtta bulunup, yalvardığını işitti. Sonra ağladı. O sırada
etrâfı aydınlatan nurlar gördü. Onlar sebebiyle, ayın on dördündeki parlaklık gibi her taraf
aydınlanmıştı. Sonra Hayât bin Kays mescidden: "Sevenin, sevgiliye gitmesi, büyük bir iştir.
Çünkü, kalbte korkulardan meydana gelen dehşetli üzüntü vardır. Ey sevgili! Ben ıssız çölleri
yürüyerek katediyorum. Karşılaştığım bütün ovalar ve dağlar, beni hep sana gönderiyor"
mânâsındaki beyitleri söyleyerek çıkıp gitti. Orada bulunanlar, Sâlih bin Gânim'e: "Bu zâta
tâbi ol!" dediklerinde, peşine takıldı. Yer ve gök, denizler ve dağlar, sahrâlar, onun ayağı
altında dürülüyordu. O, her adımını atışında, "Yâ Rabbî! Hayât'a hayat ver!" diyordu. Az
zaman sonra, bir anda yeryüzü katlanıp, hemen Harrân'a geldiler. Oradakiler henüz sabah
namazını kılıyorlardı."
Ebû Abdullah el-Kureşî diyor ki: "Vefâtlarından sonra kabirde, hayatlarındaki gibi
kerâmetleri ve tasarrufları devam eden dört evliyâ gördüm. Bunlar: Ma'rûf-i Kerhî, Seyyid
Abdülkâdir-i Geylânî, Ukayl-i Münbecî ve Hayât bin Kays el-Harrânî hazretleridir."
Hikmetlerle dolu, kalblere tesir eden sözlerinden bâzıları şunlardır:
"Kalbinde, Allah korkusu bulundurmak ve sıddîklerin hâlleri ile hâllenmek isteyen kimse, her
işinde sünnet-i seniyyeye yapışmalı, onu mutlaka yerine getirmeli ve helâl lokma yemelidir.
İnsanın meleklik sıfatından mahrûm olması; haram yemesi ve Allahü teâlânın yarattıklarına
eziyet etmesi sebebiyledir."
"Kalb yumuşaklığını, Allah adamı olan evliyânın sohbetlerine devâm etmekte aramalıdır.
Kalb nûrunu da, sohbete olan gayreti devâm ettirmede aramalıdır."
"Sâdık talebenin alâmeti şudur: Bir ân bile, Rabbini zikretmekten, O'nu hatırlamaktan
ayrılmamalı ve O'nun hakkını gözeterek, farz ve sünnetlere devâm etmeli, dünyânın geçici
zevklerinin sevgisini kalbe sokmayıp atmalı ve kalbinde dâimâ cenâb-ı Hakk'ın sevgisini
bulundurmalıdır"
"Haramlardan sakın ve dünyâya düşkün olma. Zühde, ibâdet etmek niyetiyle sarılmalı, yoksa
kendisinin zühd sâhibi olduğunu gösterip, dünyâlıklara kavuşmak için onu vesîle
etmemelidir."
"Muhabbet, yâni Allahü teâlâyı sevmek, mârifetin (yâni O'nu tanımanın) ve Hakk'a giden
yolun en büyük nişânıdır. Bâkî, sonsuz var olan sevgiliye, muhabbet ile kavuşulur."








1) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.153
2) Kalâid-ül-Cevâhir; s.115
3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.410
4) Şezerât-üz-Zeheb; c.4, s.269
5) Tabakât-ül-Evliyâ; s.430
6) Nefehât-ül-Üns; s.612
7) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.6, s.225
 
Üst Alt